Gençliğime dair özlediğim en net şeylerden biri blog yazmak sanırım. Bloggerın en cafcaflı olduğu zamanlarda çok okunan bir günlük blog yazıyordum. Dönemin vlogu diyebilirim. O zamanlar yazmanın göstermekten, okumanın izlemekten daha popüler olduğu zamanlardı elbette.
Yazarken kendimi hayatta kolay bir yere koyabiliyorum. Kafamın içinde dağınık olan tüm mevzuları rafa diziyorum gibi geliyor. Kendimi, neden ve niçinlerimi uzun uzun düşündüğümde çığ olup üzerime düşüp beni boğuyorlar. Yazdığımdaysa derli topluca dosyaları alfabetik sırayla raflara diziyorum sanki. Yazarak kendime dair tuhaf keşifleri yapıyorum. Kendimi doğuruyorum, büyütüyorum ve okula gönderiyorum. Kendime bir yol çiziyorum. Kendimi karşıma alıp ergenlik hezeyanlarımı teselli ediyorum. Kendime olduğum yeri gösteriyorum. Otuz beşimdeyim. Her yazımda kendimi hala doğuruyorum.
Her gününü boşlukta süzülerek geçiren bir akıl ve ruha sahip olmaktansa yerini bilen biri olma hevesim hiç bitmez. On yaşımdan beri derdim bu. Ne için yaratıldım, ne yapmalıyım?
İçimde bitmeyen bir “ne yapmalıyım” türküsü. Bir kaygı ve heyecan. Bunları ancak yazarak topluyorum. Kendime işaret ediyorum.
Yazmalıyım ve devam etmeliyim. Her şey biraz devam etmekle ilgili değil mi zaten. Derle topla ama bunu devamlı yapmazsan ne anlamı var. Süreklilik önemli. Devam eden kazanır.
Artık biraz kazanalım ya. Lütfen. Hep kaybedersek nasıl olacak?